4 Kasım 2015 Çarşamba

MÜTEKABİLİYET KİMİN LEHİNE (III) : DİĞER SEBEPLER

MÜTEKABİLİYET KİMİN LEHİNE (III) : DİĞER SEBEPLER

 http://cihandura.com/arsiv/diger-yazilar/837.html


KomSample Imageşunu sev ama, aradaki bahçe duvarını asla kaldırma.     Benjamin Franklin 

Bundan önceki iki yazımda mütekabiliyet ilkesinin güçlü ülke lehine işlediğini, ekonomik ve politik sebeplerden hareketle kanıtlamaya çalışmıştım. Bu son bölümde ise diğer sebepler üzerinde duracak, daha önce incelediğim sebeplere bazı eklemeler yapacağım.

I) KARŞILIKLILIK İLKESİ EŞİTLER ARASINDA ANLAMLI

Mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesi ancak eşitler arasında bir anlam ifade eder. Eşitlikten maksat, ülkelerin ekonomik güç, askerî güç, siyasal güç, kültürel güç,… bakımlarından birbirine yakın, denk olmasıdır. Karşılıklılık ilkesi, tıpkı serbest mübadele gibi ancak eşitler arasında işler. “Tilki ile tavuk arasında karşılıklılık işlemez. Tilki kümese girerse, boğazlanan tavuktur. Tavuk tilkinin inine girerse, boğazlanan yine tavuktur.”  Dünya servetinin dörtte üçünü elinde bulunduran Batı Eliti’nin ekonomik gücü ile Türkiye halkınınki nasıl aynı kefeye konulabilir?

Bir yazarımızın haklı olarak vurguladığı üzere Türkiye, tıpkı 19. yüzyılın hasta adamı ilan edilen Osmanlı İmparatorluğu’nun son günlerinde olduğu gibi, bugün de postu üzerinde paylaşım hesapları yapılan bir ülke haline getirilmiştir. Eğer Türkiye’de Türkler her bakımdan güçlü, örgütlü, bilinçli ve donanımlı olsalardı, yabancılara toprak satışından gocunmamız için bir sebep olmayabilirdi. Diyebilirdik ki biz Türkler de gider, sözgelimi Batı Trakya’da, Bayır-Bucak’ta, Kuzey Irak’ta veya Türkler için millî ve tarihî değeri olan bir başka yabancı ülkede bunun kat kat fazlası toprak alırdık. Türk Devleti de bu durumu millî siyaset ve millî hedefler bakımından değerlendirir ve belki de -el altından destekleyip- yönlendirirdi. Bugün ortada ne böyle bir devlet ne de bir millet var. Türkiye Türkleri, bırakın yabancıların sömürüsünü -ki buna artık alışmış ve alıştırılmıştır- dahası içimizdeki “yerli-yabancılar” tarafından da alabildiğine sömürülmektedir. Türkiye yalnızca bu ülkede yaşayan Türklerin sömürüldüğü bir iç sömürgedir [Hanefi Altaş, İnternetgazete, (28.8.2004)].

II) MÜTEKABİLİYETTE EŞİTSİZLİK VARDIR

Şu bir gerçektir ki birçok ülkede, örneğin AB üyesi ülkelerde yabancıların mal edinmesi katı kurallara bağlanmıştır. Türkiye’de ise, Tanzimatçı AKP Hükümeti’nin yasalarında hemen hiçbir etkili koşul yer almıyor.

A) Özellikle emperyalist ülkeler mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesinin işlememesi için ellerinden gelen her zorluğu çıkarıyorlar. Bu yüzden ilke çoğu zaman kâğıt üzerinde kalıyor. Türkiye’nin, karşılıklılık temelinde ilişkiler kurduğu birçok ülkede değil iş yapabilme, toprak satın alabilme, o ülkelere vize alıp girebilme bile pratikte bayağı zorlaştırılmıştır.  Birçok Batı ülkesi, başta Almanya, Avusturya, Belçika, İngiltere, Hollanda, İtalya, İspanya, Yunanistan gibi AB ülkeleri ve ABD; vatandaşlarımıza, mali durumlarına bile bakmaksızın vize vermekte zorluk çıkarmakta veya aşırı titiz davranmaktadır. O ülke vatandaşlarına Türkiye’nin kapıları ise  -maşallah bizim teslimiyetçilerimiz sayesinde- ardına kadar açıktır.

İkinci olarak karşılıklılıkta dengesizlik vardır. Ülkemizle karşılıklılık ilişkisi bulunmayan veya sınırlı olan Bulgaristan, Birleşik Arap Emirlikleri, İran, Danimarka, Macaristan, Suudi Arabistan, Suriye ve Rusya'nın vatandaşları ülkemizde dilediklerince taşınmaz alabilmektedir. Avusturya vatandaşları Türkiye’de taşınmaz alabilirken, Türk vatandaşlarının o ülkede mülk satın alması özel izne tabidir. Bu bir dengesizlik, onur kırıcı bir durumdur. Uygulama, Avusturya dışında başka ülkelerde de görülmektedir.

B) Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde yabancıya toprak satışları serbest değildir, kurallara bağlanmıştır.  

Dünyada diğer ülkelerin topraklarını kapatma şampiyonu olan İngiltere’de “Toprak devletin aslî unsurudur” anlayışı geçerlidir, yani İngiltere’nin bütün toprakları devlete aittir! Satış yapılınca, arazinin tapusu verilmez. Halk sadece toprağın üzerine inşa edilen konut ve işyerlerinin kullanım hakkına sahiptir. Dolayısıyla İngilizler Türkiye’den mülk alırken, karşılıklılık ilkesi hiçbir şekilde işlememektedir. Demek ki bu ilke bir masaldan ibarettir; tam işlemiyor, asimetriktir, Türkiye’nin aleyhine çifte standarda ve haksız rekabete yol açmaktadır. ABD ve AB ülkelerinin vatandaşları çok daha rahat ve çok kolay bir şekilde Türkiye’de mülk sahibi olup ikamet edebilmektedir. Bir yazarımız böyle “topal” bir ilkenin pratikte verdiği sonucu şu örnekle somutlaştırıyor: Biz o ülkelerde 10 taşınmaz satın alana kadar, Batılılar Türkiye’de 100 taşınmaz satın alıyor. 
Yunanistan'da yabancılar sınırda veya sınıra yakın bölgede toprak satın alamıyor. Buna karşılık Türkiye'de Ege kıyılarında yabancıların edindikleri gayrimenkullerin sayısı on bine yaklaşıyor. AB'nin yeni üyelerinden Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Slovakya'da yabancılara tarım ve orman arazisi satışı yedi yıl süreyle yasaklanmış bulunuyor. Bu yasak Polonya'da 12 yıla çıkıyor. Bulgaristan ve Hırvatistan'da da yabancılara tarım arazisi satışı yapılmıyor. Bulgaristan'da bu yasak, bahçeli konutları da kapsıyor. Türkiye'de ise satışlar, yabancıları dahi şaşırtan bir kolaylıkla sürüp gidiyor.

İskandinavlar son 10 yıldır Ispanya’da tatil merkezleri şeklinde siteler yaptırdılar. Emekli olanların çoğu buralarda yaşıyor. Yalnız bir farkla: Yabancıya ev satılıyor ama toprak satılmıyor.  İspanya’da da, Danimarka’da da, Norveç'de de toprak ulusaldır. Bu konuda koruyucu kanunlar vardır, birey ve toplum yeterli ölçüde bilinçlenmiştir.

III) EKONOMİK VE POLİTİK SEBEPLERE EKLEMELER

Burada, daha önce incelediğim ekonomik ve politik sebeplere bazı eklemeler yapacağım.

A) Batı’nın hayat felsefesi olan liberalizm ve küreselleşmenin, AB dayatmalarının ülkemizdeki en acı sonuçlarından biri; köylümüzün, tarlasını satacak derecede sefilleştirilmesi olmuştur. Mütekabiliyet ilkesinin Batı lehine işlemesini sağlayan mekanizmalardan biri de “kredi tuzağı”dır. Emperyalizm bu silahı AKP’nin yaptığı özelleştirmeler yoluyla bankalarımızı satın alarak elde etmiştir.  Batılı kapitalistler “kredi tuzağı” yoluyla tarım arazilerimize nasıl el koyuyor? Olup biteni bir araştırmacımızın, Sayın Arzu Kök’ün kaleminden özetliyorum [“Tarım Arazilerimiz Haciz Altında,” http://www.turkcelil.com, 7.4.2009]:

Perişan durumda olan Türk üreticisi şimdi de topraklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya! Girdi maliyetlerindeki artışa rağmen IMF dayatması yüzünden devlet desteği alamayan, ürünü de para etmeyen çiftçi; bazı yabancı bankaların cazip imkânlarla verdiği kredi karşılığında ipotek altına aldırdığı tarlasını da kaybetme noktasında bulunuyor. Örneğin Konya Ovası’ndaki arazilerin bir bölümü yabancı bankaların ipoteği altında, Doğu Anadolu’daki çiftçiler de aynı tehlikeyle karşı karşıya.

Tarım arazilerine el koyan özel yabancı bankaların neredeyse tamamı, Yahudi Rotschild ailesinin malı. Bir kısmı ise Yunanların satın aldığı Finansbank’a ait. Tarlaya borç yüzünden el konulamayacağını hükme bağlayan yasa ancak 9 ay sonra (Aralık 2009’da)  yürürlüğe girecek. Ne var ki yasanın yürürlük tarihinden önce yabancılar haciz taleplerini hızlandırdı. Haciz tehdidiyle karşı karşıya kalan çiftçinin yabancı bankalara olan borcu 7 milyar liraya ulaşmış bulunuyor. Borcunu ödeyemeyen üreticinin toprağı elinden alınmaya başladı. Üretim de yapamayan çiftçiler, kredi karşılığında ipotek altına aldırdığı arazilerini yabancı bankalara teslim eder duruma getirildi. Çiftçilerin kullandığı kredi miktarı 13.5 milyar liraya ulaştı. Bunun sadece 6.5 milyar lirası Ziraat Bankası’na ait, geri kalanı ise yabancıların elindeki özel bankalara olan çiftçi borçlarından oluşuyor.

B) Karşılıklılık ilkesi uygulamasında tarafların jeopolitik konumu da belirleyicidir. Bu konumdaki farklılık tarafların lehine veya aleyhine sonuç yaratır. Örneğin Amerikan, İngiliz, Fransız ya da Alman toprakları üzerinde ciddî bir dış tehdit yoktur. Buna karşılık Türkiye’nin coğrafî ve tarihî konumu son derecede istisnaîdir. Tarih kanıtlarla doludur ki Türk toprakları üzerinde emperyalizmin hainane emelleri vardır. Bu emeller hâlâ canlıdır, sürdürülmektedir. Her fırsatta belli de ediyorlar bunu. Nasıl unutulur, Lord Curzon’un İsmet Paşa’ya Lozan’da söyledikleri? Bugün AB Parlamento Başkanı J. Borrell’in “Kürdistan” diye gevelemesinin, 80 yıl önce yaşamış Lord Curzon’un cebinden çıkıp geldiğini göremeyecek kadar kör mü olduk artık? Ve o Büyük Uyarıcı, Atatürk bakın ne diyor, dinleyin: Ülkemizde ekonomik maksatlarla çalışan yabancı kişi ve kuruluşlar; bir bölgede elde ettikleri ekonomik ayrıcalıklara dayanarak, oraya ilerde sahip olma hakkını da elde etme peşinde koşmuşlardır.

C) Yabancılar, toprak satın aldıkları ülkede, belirli bölgelere koloniler halinde yerleşiyorlar. Bu, Türkiye’de de böyle…, somut örnekler vereyim: İngilizlerin en yoğun olduğu bölge; Bodrum, Marmaris ve İzmir’i kapsayan, Kuşadası ile Alanya arasındaki sahil şerididir. Kalkan’da bir İngiliz Mahallesi kurulmuştur; kent ticaretinde söz sahibi olmuşlardır. Fethiye Ölüdeniz civarında yaklaşık 4000 konut yabancıların mülkiyetindedir. Didim’in önemli bir kısmı yabancıların eline geçmiştir. Elektrik ve su faturaları İngilizce de düzenleniyor artık. Ortaca ve Dalaman ilçelerinde de İngiliz ve Alman mahalleleri kurulmuştur. Diyebiliriz ki Akdeniz sahillerimiz hızla kolonileşme yolundadır.

-Yabancıların koloniler halinde yerleşmesi, misyonerlik faaliyetlerini kolaylaştırmış ve artırmıştır. İşsiz gençlerimiz; para verilerek, kilisenin korumasına alınacakları, Avrupa’ya gönderilecekleri ve iş sahibi yapılacakları vaat edilerek hıristiyanlaştırılmakta, yabancılaştırılmakta, hattâ ajanlaştırılmaktadır.

-Yabancılara toprak satışı ile “ikiz ihanet yasaları” da denilen İkiz Yasalar arasında çok yakın bir ilişki bulunmaktadır. Bilindiği gibi 2003 yılında AKP ve CHP milletvekillerinin oylarıyla kabul edilen bu yasalarla “dilsel ve dinsel azınlık” kavramları getirilmiş, azınlık kavramı genişletilmiş ve bir bölgede yaşayan azınlıklara kendi kaderlerini belirleme hakkı, kendi bölgelerinin yer üstü ve yeraltı kaynaklarını sahiplenme hakkı tanınmıştır. Yine aynı yasalara göre Türkiye, bu yükümlülüklerini yerine getirmediği takdirde yabancı ülkelerin askerî yaptırımları da dahil olmak üzere her türlü zorlamayla karşılaşabilecektir.

-İşin en trajik yönü ise Türkiye’de koloniler kurulmasına AKP hükümetinin de destek vermesidir! Maliye Bakanlığından yapılan açıklamalara göre, “yurdun birçok yerinde yabancılar için koloniler oluşturulacakmış, İspanyol usûlünce alt yapılarını da kendileri yapacakmış. Ancak, Türkiye başka, İspanya başka. Bugün satılan toprağın koloniye dönüştürülmesine izin verirken, yarın o toprağın Türkiye Cumhuriyeti topraklarıyla çevrilmiş “bir başka devlete ait toprak” yani “anklav” halini alabileceğini hesaba katmak gerekir [Rahşan Ecevit, Hürriyet, 29.9.2006].
-Kuşadası’nda yabancı uyrukluların da yaşadığı bir sitenin sakinlerinden Alman Profesör Helmuth Koenig sitede merkezi sistemle beş vakit ezan yayını yapılmasına dayanamayarak dairesini satışa çıkarıyor. Site sakinlerinin çoğunun destek verdiği Almana bazı yurttaşlar “Koenig çiftinin evlerine astığı Alman bayrağı da bizi rahatsız ediyor. Onlar da bayrağı kaldırsın” diye tepki gösteriyor. Sonunda site yönetim kurulu, merkezî yayının kaldırılmasına karar veriyor [Cumhuriyet, 11.6.2009]. Şimdi benim sorum şu: Koenig çifti, Alman bayrağını kaldırdı mı?  Aslında bu bayrak asma işi ilk değil, daha önce de yaptılar bunu Almanlar. Bu olayları Türkiye’de adet olduğu üzere “münferit olaylar” deyip geçmemeli. Çok değil 50 yıl sonra onbinlerce Alman, ellerinde bayrakları, “Burası Almanların, özerklik isteriz” diye haykırarak sokaklarda yürümeye başlayabilir.

D) Türkiye kendi millî meclisimizin çıkardığı yasalarla “Filistinleşme”ye doğru adım adım sürükleniyor. Gelir düzeyi düşük halkımızın elindeki mülklerin, “yüz milyarlar” teklif eden yabancı şirketlere satılmasına izin veriliyor. Oysa gözden uzak tutmamak gerekir ki yabancı ülke şirketlerinin ve vatandaşlarının Türkiye’de toprak satın almalarının arkasında Rum ve Ermeni lobileri de bulunmaktadır. Türkiye’den Batı ülkelerine göçmüş ve o ülkelerin vatandaşlığına girmiş Ermeni ve Rumların torunları, bugün değişik isimlerle dedelerine ait sandıkları toprakları ele geçirmeye kalkışıyorlar. Önümüzdeki yıllarda Kapadokya’da, Foça’da, Fethiye’de “binlerce Ermeninin” toprak satın alarak oluşturduğu yeni yerleşim birimlerinin, Türkiye’nin başına ne dertler açabileceğini tahmin etmek zor değildir  [M. Bayraktar, Yeni Mesaj, 19.9.2003].
Son olarak ekleyeyim ki Yunanistan’ın 10 Megalo İdeası’ndan biri Karadeniz bölgesinde Pontus devletinin yeniden kurulmasıdır. Bu durumda şu gelişme anlamlı olmalıdır: Yunanistan epeydir Karadeniz’le ilgileniyor. Fener Rum Patriği Kastamonu'da eski Rum evlerini ziyaret ediyor. Belediye başkanı ve Valinin şeref konuğu (!) oluyor. Hedef Rum'ların, Ermenilerin geçmişte oturdukları topraklara sahip çıkma davasını gündeme taşımak olabilir mi?

‘***’

Mütekabiliyet ilkesi Batı’nın, zayıfları sömürmek için kullandığı bir araçtır; Çirkin Batı her alanda yüz yıllardır kullanmıştır onu. Serbest ticaret, sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, karşılıklı kültür alış verişi… hepsi mütekabiliyet ilkesine dayanır ve daima güçlü olanın lehine işler.
Zayıf olan ise sürekli kaybeder: Türkiye gibi!
AKP’nin yönettiği Türkiye gibi!

Prof. Dr. Cihan Dura


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder