“Bir ülkeyi ele geçirmek isteyenler, önce dilini ele
geçirirler” diyor Konfüçyüs. Sonrasında da ekliyor; ” Bir ulusun önce dilini
geliştiririm. Dil düzgün olmayınca; söylenen, söylenmek istenen değildir.
Söylenen; söylenmek istenen olmayınca, yapılması istenen yapılmadan kalır,
yapılması gereken yapılmadan kalınca, töreler ve sanat geriler. Töreler ve
sanat gerileyince, adalet yoldan çıkar.
Adalet yoldan çıkınca, halk çaresizlik içinde kalır. İşte
bundan dolayı, söz başıboş bırakılmaz.”
Yani her şey, dilimize gerekli değeri vermemizle
başlar. Türkçe’yi sevmek, onu doğru kullanmak ve geliştirmek Türk insanının,
özellikle aydınının en öncelikli görevidir. Zira milletlerin gelişmişlik
seviyeleri dil ile ölçülür. Yani medeni olmanın ön koşulu dildir.
Türkçe, 1928 Harf Devrimi’nin gerekçelerinde belirtildiği
gibi, Latin Temelinden Alınan Modern Türk Alfabesi’ni kullanır. Ulu Önder
Atatürk Harf Devrimi ardından ‘Güneş Dil Teorisi’ni ortaya atarak, Türkçe’nin
gelişmesine büyük katkılar sağlamıştır. Birçok kavramın da Türkçe
karşılıklarını kendisi bularak dilimize kazandırmıştır. Unutmayalım,
Türkçe gelişmiş bir dildir: çünkü Türkçe’nin söz varlığı
bugün 75.000 civarındadır. Türk Dil Kurumu’nun 1945′te çıkardığı birinci baskı
Türkçe Sözlük 20.000 civarında kelime varken, 1998′de çıkardığı Türkçe Sözlükte
75.000 kelime vardır. Yeryüzünün en eski ve yeni coğrafya parçasında en çok
konuşulan gelişmiş, zengin bir dildir. 1980′lerin ortalarında UNESCO
hazırladığı raporda, Türkçe’nin konuşulan sayısı bakımından dünyanın beşinci
büyük dili olduğunu açıklamıştır.
Böylesine zengin ve güzel bir dilimiz varken onu bozmaya yok
etmeye çalışıyorlar. Onu daha da zenginleştirip doğru kullanımını sağlamak
dururken. Neden ? Çünkü dış mihraklar dilimizi yok etmek istiyorlar.
Türkçemiz bir dünya dili olmaya aday iken, nereden geldiği
belli olmayan bir hain rüzgârın etkisiyle bir bozma akıldışlığına uğruyor.
Türkçe’nin bin yıllık geçmişine, deneyimine hücum edildi.
Türkçemiz en yetkin çağındayken canına kastedildi. Ölmedi! Ölmedi, ancak
sakattır şimdi.
Caddelerde gezerken başınızı yukarı kaldırıp tabelalara
baktığınızda görürsünüz ki isimlerin %70′i yabancı sözcüklerden seçilmiş. Açıyı
iyi ayarlayıp bunlardan birinin önünde bir fotoğraf çektirseniz,
çevrenizdekilere de ‘Bakın bu falanca ülke ziyaretim sırasında çekilmiş bir
resmimdir’ deseniz emin olun ki inanırlar. İnsan bazen hangi ülkede yaşadığını
anlayamıyor. Burası Türkiye, beyler, bayanlar.
Dilimize sahip çıkalım. Dilimizi yok etmek isteyen dış
mihraklara ve onlara çanak tutanlara izin vermeyelim. Dilimizi doğru
kullanalım, kullandıralım.
Bir de dilimizin bu halde oluşu hep gençliğin suçu gibi
gösterilip duruluyor. Peki bir genç, kendisini ve çevresini anlamaya başladığı
andan itibaren, en utanç verici işler için, “Bunu yapsa yapsa bir Türk yapar”
dendiğini duymuşsa, “Burası Türkiye” lafının “Burada her halt edilir!” anlamına
geldiğini öğrenmişse, göğüs kabartacak yerli üretimin bile yabancı markaymış
gibi sunulduğuna tanık olmuşsa, o gencin kendisiyle ve ülkesiyle övünmesi mi
beklenir; yabancı olması koşuluyla her kültüre hayran olması mı? Türkçe’yi
düzgün konuşması mı, yabancı dillerde konuşması mı? Durum böyleyken hala
gençleri mi suçlayacaksınız, merak ediyorum doğrusu. Atalarımız “İğneyi
kendine, çuvaldızı başkasına batır” derler. Ama nedense hiç o iğne bize batmaz.
Suçlu hep dışarılardadır. Kendisini aydın olarak
tanımlayanlar, yazarlar, çizerler bile Türkçe’nin düzgün kullanımını geri plana
ittikten sonra diğer insanlarımızdan ne beklenebilir ki?
Umutsuz değilim yine de. İnanıyorum ki dilimizin önemi er ya
da geç anlaşılacak ve ulaşacaktır hak ettiği yere. Dilimiz yatağından çıkmış
bir su örneği, Türk Milleti tarihi yatağına girecek ve elbette engin denizlere
erecektir. Bu uğurda bize ve tüm aydınlara büyük bir görev düştüğünün de
bilincindeyim. Dilimize sahip çıkalım, ülkemizi yok olmaktan kurtaralım…
Dil Bayramı kutlu olsun…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder