Korkut Boratav'ın “Latin Amerika solu ilerliyor” başlıklı yazısı 26 Şubat 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.
Ekvador’da yedi yıl içinde üçüncü zaferini kazanan solcu Başkan Rafael Correa, ABD emperyalizmine karşı bağımsızlığı ve Ekvador’da “21. yüzyıl sosyalizmi”ni kurmayı hedefliyor.
On beş milyon nüfuslu, petrol ihracatçısı Ekvador’da 17 Şubat’ta seçimler yapıldı. Solcu Başkan Rafael Correa ilk turda yeniden seçildi. Başkan’ı destekleyen Alianza Pais hareketinin, parlamentoda da çoğunluğu elde ettiği anlaşıldı.
Yedi yıl içinde Correa üçüncü seçim zaferini kazanmış oluyor. Üstelik her seferinde güçlenerek… 2006’da ancak ikinci turda seçilebiliyor. 2009’da yüzde 52 oyla ilk turda seçiliyor; geçen hafta aldığı oy oranı ise yüzde 57… Dahası, 2008’de “ilerici ve yeşil” öğeler içeren yeni anayasanın halk oylaması da büyük farkla kabul ediliyor.
Correa, ABD emperyalizmine karşı bağımsızlığı ve Ekvador’da “21. yüzyıl sosyalizmi”ni kurmayı hedeflemektedir. Sancılı dönüşümleri gerektiren hedefler… Bu sancılar, nasıl olup da seçim başarılarını engellemedi? Yoksa, gösterişli hedefler, egemen güçlere teslimiyeti gizlemek için mi kullanıldı? Birkaç bilgi aktaralım; değerlendirelim.
Rafael Correa solcudur; ancak solculuğu devrimci hareketlerden ve Marksizmden beslenerek oluşmamıştır. Eylül/Ekim 2012 tarihli New Left Review’da yayımlanan bir söyleşide, Correa, dünya görüşünün Katolik kilisesinin “kurtuluş teolojisi”nden esinlendiğini açıkça ifade ediyor.
Yoksul bir aileden gelmektedir. Lise sonrasında hep burs alarak okumuş; ülkesinde, Belçika ve ABD’de iktisat eğitimi almıştır. ABD’deki doktorası, Latin Amerika’daki “piyasacı reformların eleştirisi” üzerindedir. 2001’de ülkesine, neoliberalizm karşıtı bir iktisatçı olarak döner.
Döndüğünde, Ekvador çok ağır bir finansal çöküntüden geçmiş; ulusal para “sucre” lağvedilmiş; dolar resmi para olmuş; hiper enflasyon böyle önlenebilmiştir. Toplumsal muhalefet dalgaları, sekiz yılda dört başkanı istifaya zorlamıştır. Bir iktidar boşluğu sırasında genç Correa kendisini Maliye Bakanı olarak bulur. 100 günlük bakanlığı süresinde, IMF reçetelerine şiddetle karşı çıkar; istifa etmek zorunda kalır; ancak birdenbire halk sınıflarınca benimsenir. 2006 sonundaki seçime bir sol platformun başkan adayı olarak katılır ve kazanır.
Altı yıllık iktidarı boyunca Correa ABD hegemonyasını reddeden bir dış siyaset izledi; Latin Amerika’daki sol cephenin radikal kanadında yer aldı. Küba ve Venezuela ile çok yakın ilişkiler oluşturdu. ABD üyeliğini dışlayan Latin Amerika ve Karaib örgütlerinin (ALBA ve CELAC’ın) kuruluşuna öncülük etti; ülkesindeki ABD üslerini kapattı.
Tartışmalı konular Correa’nın içe dönük uygulamalarıyla ilgilidir. Başkanlığı devraldıktan bir yıl sonra ABD’de finansal kriz patlak verir. Ekvador’u da şiddetle etkiler. Correa anlatıyor: “Petrol fiyatı düştü. İhraç pazarları daraldı. Dışarıdaki işçilerimizin transferleri kurudu. Ekonomi dolarlaşmış olduğu için en önemli bir politika aracından (devalüasyondan) yoksunduk. Merkez Bankası bağımsızdı; bu nedenle hükümetler değişir; neo-liberal politikalar aynı kalırdı. Dış borç yükümlülükleri bütçenin yüzde 40’ını alıp götürüyordu.” Bu anlatım, Ekvador ekonomisini emperyalizme bağımlı kılan önemli öğeleri teşhis ediyor.
Correa teşhisten öteye gitti. Anayasa referandumu ile Merkez Bankası’nı hükümete bağladı. Dış borçlanmalardaki yolsuzlukları, ahlak-dışı çıkar ilişkilerini belirledi. Tek yönlü bir moratoryum ilan edildi; sonrasında borçların üçte ikisi silindi. Bankaların likit varlıklarının en az yüzde 60’ının, Merkez Bankası rezervlerinin önemli bir bölümünün ülke içinde tutulması kararlaştırıldı. Sermaye çıkışlarına, bankaların dış varlıklarına, bazı banka işlemlerine uygulanan vergiler ve şirketlerin vergi oranlarındaki artışlar bütçeye önemli destekler sağladı.
Bütçe gelirlerinde ve dış kaynaklarda sağlanan artışlar, güç koşullara rağmen Ekvador’un bir sosyal devlete dönüşümünde önemli adımlar atılmasını sağladı. Asgari ücretler, yoksul ailelere parasal yardım, devletin altyapı, eğitim, sağlık, sosyal konut harcamaları hızla yükseldi.
Bu politikalar içinde (ve Correa’ya göre onların sayesinde) Ekvador 2009 krizini kazasız-belasız atlattı. 2007-2012 yıllarının ortalama büyüme hızı yüzde 4,4’tür. (Türkiye’nin aynı dönem ortalamasının yüzde 3,6 olduğunu hatırlatalım.)
Bu dönüşüm içinde kamulaştırmalar yoktur. Dev petrol şirketlerini millileştirmek yerine, vergi/paylaşım oranlarını yüzde 20’den yüzde 80-85’e yükseltti. Yabancı şirketlerle ham petrol yatırımları için lisans anlaşmaları yaptı. Yerli halklar, yaşam koşullarını tehdit eden bu yatırımlara karşı direnme eylemleri başlattı.
James Petras’a ve Arzu Kök’e göre, bu uygulamaları “21. yüzyıl sosyalizmi” olarak nitelendirmek yanlıştır. Petrol rantından elde edilen payın artırılmasının mümkün kıldığı popülist sosyal politikalar söz konusudur; o kadar… Yüksek petrol fiyatları son bulunca, bu uygulamaların sürdürülmesi mümkün değildir.
Doğrudur. Yine de, Correa’nın petrol bağımlılığı nedeniyle “bıçak sırtında”, kırılgan bir ortamda elde ettiği seçim zaferi, dünya solu için de bir kazanımdır. Emperyalizmin tahakkümüne karşı halk sınıflarının direnmesinden güç aldığı için…